Dünyanın bin bir türlü nitelemesi var.
Dünyayı hepimiz, kendimize göre değerlendiriyoruz. Hepimizin dünyası ayrı bir “dünya” …
Bu konuda Âşık Veysel (1894-1973)’in aşağıdaki dörtlüğü beni çok etkiler:
“Dünya bir dolap ki durmadan döner
İçimde çeşitli plana ne den
Herkes bir maksatla serpilir süner
Kuyruğu kınalı yalana ne den”
İçindekilerle durmadan dönen, döndükçe bizi de derinden derine düşündüren dünyanın rengi de bir hoş. İçinde yaşadığımız duruma göre dünyanın rengi değişiyor da değişiyor. Bazen belirsizleşiyor o renk bazen biz kendine çektikçe çekiyor. Kimiz zaman cahilliğimizden kimi zaman çok bilmişliğimizden kanıyoruz dünyanın rengine.
Ah dünya! Ah yalancı dünya! Ah yalan dünya! Ah fani dünya!
Kimlerin gelip geçtiğini, kimlerin konup göçtüğünü heceleyemeden bizim de gelip geçeceğimizi pek anlayamadığımız dünya!
İki kapılı bir handan gerekli dersi alamayıp da ona bağlandıkça bağlanmayı alışkanlık haline getirdiğimiz dünya!
Murat almak için çabalarımıza yeni çabalar kattığımız dünya!
Hırsımızı, çabamızı, aç gözlülüğümüzü artırdıkça artıran dünya!
Bizden öncekilerden ibret almayı bir şekilde unutturan, dünya malına doymayı unutturan dünya!
Sahnedeki rolümüz tamamlayınca perdenin kapanacağını bir türlü anlayamadığımız dünya!
Gökkuşağı gibi çok güzel görünen; hiç yaklaşamadığımız, hiç sahip olamadığımız, sayısız güzellikle bizi hep cezbeden dünya!
Saadetin de felaketin de sürekli olmayacağını öğreten(!) dünya!
Evet, dünya bu dünya işte…
Nefis muhasebesini layıkıyla yapamazsak, nefis mücadelesini başaramazsak, nefsimize fazlaca düşkün olursak, nefsimize çok uyarsak, nefsimizi köreltmeyi beceremezsek dünyaya tamahımız çoğalıyor.
Kibirden, gösterişten, alçak gönüllülükten uzaklaşmadıkça dünya tamahına meylimiz daha da artıyor.
Bir türlü bitiremediğimiz dünya telaşı; sıkıntılı işler, halli güç meseleler bizi tamaha sürüklüyor.
Geçici âlemde bizi kendine aşırı bağlayan dünyalıklarımız yakamızı bırakmıyor biz de onları bırakamıyoruz.
Zevk aldığımız, zevk edindiğimiz, zevkine vardığımız, zevkini çıkardığımız şeylerin büyüsü, bizi dünyaya bağladıkça bağlıyor.
İstek uyandıran, teşvik eden o kadar çok şey var ki … Bizi dünyaya sıkı sıkı bağlayan o kadar çok şey var ki…
‘Mal sahibi mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi ‘desek de ‘Aslında değemez bu dünya’ desek de dünyanın kıskacında kurtulabilmek o karar zor k o kadar zor ki.
Geçim şartlarımız, geçimimiz bizden alttakilere göre nasıl ki.
Hayat hikâyemizle bizden sonrakiler ne kadar ilgilenecek ki.
Ölüm kalım meselesi yaptıklarımızı abarttığımız da bazen düşünüyor muyuz ki.
Gün olup hayata veda edeceğimizi unutmayıp hayata küsmemeye çalışıyor muyuz ki.
İnsan hayatı ne insan ömür ne ki.
Asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey ne ola ki.
Dünya, Âşık Seyrani (1800-1866)’nin deyişindeki gibi özetle.
“Hesap ettim cümle dünya malını
Neticesi bir top beze dayandı”
Hâl böyle olunca da ok beğenip çok istemenin, sevdasına kapılıp kendimizi unutmanın ne anlamı ola ki.