Kurban bayramlarını hem seviyor hem de sevmiyordu Zeynep. Sevmiyordu çünkü hiçbir zaman diğer çocuklar gibi yeni bayramlığı ve parlak ayakkabıları olmamıştı.
Ama yılda bir defa da olsa et yemenin keyfine vardığı için seviyordu bayramları. Et yemeyi çok sevse de doya doya et yememişti şimdiye değin. Ailecek bayramda komşuların gönderdiği etlerin azını yer çoğunu da satarak evin ihtiyacını giderirlerdi.
Bu bayramda ise daha az et yiyeceklerdi; kardeşi hastaydı ve ilaç için para gerekiyordu. Zeynep elinde et dolu telis torba kendisini şehrin en merhametli kasabı Hakkı amcaya götürecek otobüsü gözlüyordu. Hakkı amca orta halli bir kasaptı. Bayramın üçüncü günü sırf Zeynep için dükkânını açar ve onu beklemeye koyulurdu. Onun getirdiği et benzeri şeyleri ağır pahaya alır Zeynep’i yüzünde gülücükle yolcu ederdi.
Uzaktan homurdana homurdana gelen otobüs isteksizce yanaştı durağa. Önce büyükler sonra Zeynep bindi otobüse. Parasını uzattı şoföre ve her bir adımında ardında kırmızı bir leke bırakarak arkalara doğru ilerledi. Zeynep’in telis torbasından sızan kanlar yerleri kırmızıya boyarken havayı da ağır bir koku kaplamıştı. Et fena bir şekilde kokuyordu.
Nasıl kokmasın ki Zeyneplerin evinde hiçbir zaman etin koyulacağı bir buzdolabı olmamıştı. Kokudan ve lekeden rahatsız olan yolcular Zeynep’in gül yüzüne tiksinen bir bakış bıraktılar. Durumu fark eden otobüs şoförü azarlamaya başladı Zeynep’i “Ne yapıyorsun öyle.
Mahvettin otobüsü. Siz zaten hep böylesiniz. Ne kendinizi temizler ne de çevrenizi temiz tutarsınız. ” Bir başka yolcu daha sert çıkıştı.” “Böyle cahil kaba insanları toplumun içine almamak gerek. Böyle rezalet olur mu efendim!” Zeynep başını önünde yutkunarak dinledi söylenenleri.
Her söz bir balyoz olup başına bir zehir olup küçük yüreğine düştü.
Cevap veremedi Zeynep. Sadece içinden “Benim suçum ne? Ben annemin dediğini yapıyorum. Küçük kardeşime ilaç alacağım.” diye söylendi. Ve kendisini bir sonraki durakta açılan otobüs kapısından dışarı itilirken buldu.
Onunla birlikte inen bir yolcu : “Ver bakalım ne var torbanda?” diye sert çıktı. İsteksizce ve biraz da utanarak uzattı Zeynep elindekini. “Aman Allah’ım bu ne! Leş kokuyor bu torba hepsi yağ bunlarıniçinde doğru dürüst et yok.Bunları yerseniz ölürsünüz.” diye söylenen adam telis torbayı kaldırdığı gibi çöp tenekesinin içine bıraktı.
Sonra Zeynep’e dönüp : “Bak kızım! Sakın ola böyle şeyler yeme. Zehirlenirsin yoksa.” diyerek uzaklaştı.“O torbadakileri bir gün önce sizin eşiniz ve komşularınız verdi” diyemiyordu Zeynep. Onun çocuk yüreği karşısındaki kadar acımasız olamıyor. “Önce bunları bize layık gördünüz şimdi de layık gördüklerinizi bile esirgiyorsunuz” diyemiyordu haykırmak istediği sözcükler boğazına kadar gelip orada düğümleniyordu.
Zeynep kaldırım kenarında ilaç bekleyen kardeşi evde ağlıyordu. Bir yandan ağlıyor bir yandan da çocuksu sesiyle mırıldanıyordu Zeynep: “Benim suçum ne? Bu eti veren eti içine koyacağımız eski buzdolabınızı bizden esirgeyen siz amcalarım değil misiniz? Beni eski elbiselere hapseden sonra da bu bunu bana yakıştıramayan sizlersiniz.
Peki ! ne benim suçum? Benim suçum ne?”
Evet, sevgili dostlar! Sizce suç yüreği tertemiz pırıl pırıl olan bu küçük kızda mı yoksa kalpleri taş gibi katılaşmış olan bizlerde mi?
Zeynep’lerin UNUTULMADIĞI Mutlu ve Huzurlu Bayramlar…