Bilmek mi? önemli sezmek mi?
Bütün verilerin zahiren doğru olarak göründüğü ve fakat bir şeylerin yolunda olmadığı düşüncesinin içimizi kara bir bulut gibi kapladığı anlar vardır.
“ Aklıma yatmadı”…
“Gözüm tutmadı”…
“İçimdeki sese göre, yine de hayır…” gibi sözcüklerle akla, bilgiye hayır deriz.
Bazen de sessiz bir itiraz yükselir halimizden. Neden diye sorsalar da o an için verecek cevap bulamayız.
“Bir yer var, biliyorum; Her şeyi söylemek mümkün; Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.”
Nihayet zaman içimizdeki o kuşku nedeniyle bizi haklı çıkardığında, bilebilmenin gururunu değil haklı çıkmanın hüznünü yaşarız.
Bazen hayat arap saçına döner. İnsan ışığını yitirir. Ruh yolunu bir labirentte kaybeder. Aklın kılavuzluğu fayda etmez.
Hiçbir denklem doğru sonuca götürmez.
Hiçbir çare “çare” değildir. Hiçbir anahtar önümüzdeki kapıyı açamaz.
Dağları aşırıp bizi iskeleye getiren akıl bizi bir türlü gemiye bindiremez.
İnsan böylesine çaresiz bir durumda, gaipten bir ses duyar ya da önceden duymuştur ama şimdi hatırlar: “Yüreğinin götürdüğü yere git.”
Kalbinin sesini dinler. Ormanda kaplanın sessiz yürüyüşü diye tabir edilen “sezgi” harekete geçer. “Bilgi”nin haylaz kardeşi eve dönmüştür. Doğruluğuyla, estetiğiyle, güzelliğiyle dönmüştür.
Adeta bir vahyin yol göstericiliği gibi bütün kilitli kapılar birer birer açılır. Şiirler dökülür sımsıcak. Düğümler kılıçsız çözülür. Yol gösteren ışık belirir. Labirentin haritası gözlerinin önüne gelir.
“Bilmek mi önemli sezmek mi” sorusunun cevabına yaklaşılmıştır. Herkes “bilgi”nin yönünde yol almış herhangi biridir. “Sezgi”yle henüz farklılaşmamıştır.
“Aslında, bilmemek sevinçtir” derler.
Bir şeyin bilgi ya da sezgi ile öğrenilmesindeki heyecan bedendeki ve ruhtaki bütün duyguları harekete geçirir.
İnsan uyandığı her sabahla gelen sevinç ya da kederin oluşturduğu çekim alanında kırkıncı kapıdan sonra kırk birinci kapının ardındakinin ne olduğu merakıyla yaşar.
Sezgide doğruluk vardır… Estetik vardır… Güzellik vardır…
Kabalığın, çirkinliğin, ucuzluğun basitliğin izleri yoktur. Bedene değil ruha hitap eder.
Şairin biri yolda giderken yol kenarında dilenen bir ‘kör’ görür. Şair, dilenciye günlük kazancını sorar. Dilenci günlük kazancını söyler. Şair bunun üzerine kör dilencinin göğsünde taşıdığı ve sakatlığını belirten tabelayı ters çevirip üzerine bir şeyler yazar ve gider.
Bir süre sonra şair oradan geçerken yine dilenciye kazancının ne olduğunu sorar. Dilenci adamı sesinden tanır ve gelirinin iki kat arttığını söyleyerek şaire boynunda ki tabelaya ne yazdığını sorar.
Şair cevap verir: "tabelada ki ‘doğuştan kör’ yazısı yerine ‘bahar geliyor, ama ben göremeyeceğim’ diye yazdım."
Şairin inceliği ‘bilgi’den değil ‘sezgi’den gelen bir inceliktir.
Bilgi insanı toplumsal olana çeker. Sıradanlaştırır. Toplumla bütünleştirir. Sezgi ise insanı bireyselliğe yöneltir. Özgün kılar. Farklılaştırır. İnsanı kendi iç dünyasına yöneltir.
Kendi dünyasına yönelenler, başkalarından farklı olanlar “deli” olarak nitelenir. Nede olsa “sezgi” akıl terazisinde tartılmamıştır.
Ortak bir terazinin olmaması bazen “gerçeğin” yolunu şaşırtır.
Ülkenin birinde yaşayan bir büyücü, bütün bir ülkeyi yok etmek ister, o ülke halkından herkesin su çektiği bir kuyuya sihirli bir madde atar. Kuyunun suyunu kim içerse delirecektir.
Herkes kuyudan su çekip içer, hepsi de delirir. Yalnızca kraliyet ailesi, kendilerine ait özel kuyudan su çektiklerinden delirmezler.
“Ülkede yaşayan kralın emirlerini duyduklarında onun çıldırdığına inanırlar, hep birlikte şatonun önünde toplanıp tacını ve tahtını bırakması için gösteriler yaparlar.
Umutsuzluk içindeki kral tahtından inmeye hazırla-nırken kraliçe ona engel olur.
Der ki: “Gel biz de o kuyunun suyundan içelim, o zaman biz de onlar gibi oluruz.”
Kral ve kraliçe de cinnet suyunu içip saçma sapan konuşmaya başlarlar.
Halk taşkınlığından dolayı pişman olur; öyle ya madem kral bu kadar bilgece konuşuyor, onu alaşağı etmenin bir anlamı yoktur.”
Bilgi herkese aynı şeyler düşündürüp aynı şeyleri yaptırdığından, yapılanlar yanlış olsa dahi normal sayılır.
Böyle bir durumda “sezgi” pusuya yatar.
Bilginin sihirli kuyusundan içmese de içmiş numarası yapar.
Sezgi, yaşamın; harekete geçmeden önce doğru anı beklemekten ibaret olduğunu öğrenmiştir.
Sonsuz huzura kavuşmak yolunda farklı olmak riskini göze alacak olan “sezgi” bunu fazla dikkat çekmeden başarmaya çalışacaktır.
Gün gelip hayatın arap saçına döndüğü, insan ışığını yitirdiği, ruhun yolunu başka bir labirente kaybettiği, bilgi ve aklın kılavuzluğunun fayda etmediği bir anda muhatabına merhametle gülümseyecektir.