Kanaat eden, en çok şükredenlerden sayılır.- Hadii i Şerif-
Kanaat, TDK Türkçe Sözlük’te aşağıdaki anlamlarda kullanılıyor: 1-Elindekinden hoşnut olma durumu, kanıklık, yeter bulma, yetinme, fazlasını istememe, doyum. 2. Kanma, inanma 3. Kanış, kanı, inanç, düşünce
“Sözlükte bu anlamda ama gerçek hayatta bunu hangi anlamlarda, nasıl kullanıyoruz?” sorusunu biraz tartışmaya çalışacağım:
Kanaat ile ilgili kanaatlerimizin değiştiğinin farkına varamadık.
“Kanaat” ile ilgili düşüncelerimiz yenilendi(!)
Elimizdekini yeterli görmenin mutluluk olmadığına neredeyse hepimiz inanır gibi olduk.
Kanaat ruhî ve ahlâkî bir vasıftır.
Kanaat; az çalışmak, tembellik olamaz; olmamalı.
Kanaat,”alın teriyle kazanılana razı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek demek; başkasının daha çok kazandığını görünce onu kıskanmamak, onun gibi çok çalışmak”tır.
Kanaat, iyi ahlakın kaynağı değil midir?
Istıapların aza kanaat edilmediği sürece arttığını bilemiyoruz sanki.
Aza kanat etmeyenin çoğu bulamayacağını unuttuk.
Kanaat sahibi olmayanların durmadan zengin olmaya çalıştıklarını gördük hep.
Çıplak ayaklı olmaktan şikâyet ederken ayaklarımız olduğuna şükür edemez olduk.
Atalarımız yıllardır “Kanaatten büyük devlet olmaz.” dedi durdu da kulak veremedik mi ki?
Açgözlüyü minnettar etmeye mi çalıştık hep yoksa?
Hz. Peygamber’in “Ya Rab! Verdiğin rızıkla beni kanaatkâr kıl ve rızkı benim için mübarek eyle.” diye dua ettiğini bize söylediler de kulak ardı mı ettik yoksa?
“Kanaat, çalışmayıp tesadüfen önüne çıkanı kullanmak, başka bir şey aramamak demek değildir.” dediler de işimize mi gelmedi yoksa?
Kanaat, bir hırkaya razı olup tembel tembel oturmak demek değildir asla. Kanaat demek, kazandığına razı olup başkasının kazancına asla göz dikmemektir kesinlikle.
Mesnevi’den aldığım aşağıdaki kıssanın kanat ile ilgili fikrimizi pekiştiresi temennisiyle…
KARINCA AKLI
Adamın biri yolda giderken buğday tanesi yüklenmiş bir karıncayla arasında şöyle bir konuşma geçti:
– Nedir bu güçlükle sürükleyip götürdüğün şey?’
– Yemeğim!
– Peki, senin kafan neden büyük?
– Beynim büyük de ondan.
– Beynin neden büyük?
– İçindeki akıl çok da ondan.
– Adımların neden bu kadar büyük?
– Güçlüyüm de ondan.
– Peki belin niçin ince?
– Az yediğimden.
– Bir buğday tanesi sana ne kadar yetiyor?
– İki yıl.
Adam şaşırdı ve merakını gidermek için karıncayı buğday tanesiyle birlikte alıp eve getirdi. Bir kabın içine koydu. Aradan dört yıl geçti. Adam karıncayı unutmuştu. Bir gün aklına geldi koşarak kabı açtı. Karıncayla birlikte yanın buğday tanesi duruyordu.
‘Hani’ dedi Adam, ‘İki yılda yerdin, dört yıl oldu?’
Karınca, ‘Aklım büyük dememiş miydim sana?’ dedi.
‘Beni burada unutacağını tahmin ettim.’
Özcan TÜRKMEN
turkmenozcan@gmail.com
www.ozcanturkmen.8m.com