Ahlarla, vahlarla geçiyor yıllar.
Kaçıncı yüzyılda Avrupa’nın neresinde yaşıyoruz aman edense hala ortaçağ sorunlarıyla boğuşmaktan kendimizi bir türlü alamıyoruz.
İnsan hakları, demokrasi, adalet gibi çoğuna göre bir takım tuhaf şeylerden bahsediyoruz ama uygulamalarına bir türlü geçemiyoruz.
Geçenlerde katıldığım Gençlik Çalıştayında Avrupa’daki Türklerin sorunları ve çözüm önerileri konuşuldu, tartışıldı.
Sorunları belirlemek aslında hiç de zor olmadı, çünkü herkes kendi yaşadığıyla da şahit olduğu sorunlardan bahsettiğinde ortaya bir yığın sorun cıktı.
Önemli bir konu dikkatimi çekti. Sorunlar tüm Avrupa ülkelerinde aşağı yukarı aynıydı.Yanisorun Avrupalıda değil, bizdeydi.
En büyük sorun ise Avrupa’daki Türk insanının Kimlik sorunuydu.
Özgüven, özeleştiri, ayrımcılık, aile içi sorunlar, toplumsal sorunlar.
Sebepleri de belliydi aslında.
Bana göre annelere önemli görevler düşüyor.
Bilinçsiz, cahil bir anne çocuklarına ne verebilir ki? Yaşamak için en önemli şey olan sevgiyi bile yanlış eğitim yüzünden saklamaya çalışan anneler.
Ve nasıl çocuklar yetiştirdiğimizin ne kadar farkındayız?
Hâlbuki sevgi saklanacak bir şey midir? Kime ne kadar dürüstüz?
Özeleştirinin önemini işte orada bir kez daha anladım.
Bizler toplum olarak genelde kendimizle hep övünürüz, değerlerimiz de değerlerimiz deriz. Peki o kadar değer verdiğimiz değerlerimizi ne kadar uyguluyoruz?
Elbette bizi biz yapan, olmazsa olmaz dediğimiz, vazgeçemediğimiz değerlerimiz var. Hani nereye kayboluyor bunlar?
Bu değerlerden bahsetmekle uygulamak aynı şeyler midir?
Ve bazen toplum olarak öyle hatalar yapıyoruz ki, değerlerimizle hiç alakası olmayan, şeyler, ya da inandığımız bir takim yanlış değerler…
15 yaşındaki çocukları zorla ve özellikle de Türkiye’den evlendirip, aileye gelin ya da damat olarak getirip onların özel hayatlarına müdahale etmek ne kadar doğru? Hadi ilk kuşak bilinçsizdi diyelim, ikinci kuşağa ne oluyor ki ?
Büyüğe saygı, küçüğe sevgi, güzel ahlaklı ve dürüst insanlar olmak aslında evrensel olan değerler değilmidir?
Dilimize, dinimize, kültürümüze elbette sahip çıkmamız gerekiyor ama diğer dillere, dinlere, kültürlere de saygılı olarak. Nemelazımcılığı bırakma vaktimiz geldi de geçiyor bile. Bazı konularda kendimizi sorguya çekme zamanı geldi artık.
Farklı kültürleri tanımak bir kültür zenginliğidir.
Her zaman, her konuda hep biz mi haklıyız? Yaşadığımız ülkeye ne kadar saygımız var? Pek çoğumuz sadece Türkiye siyasetiyle ilgilenirken, Belçika’nın hangi rejimle yönetildiğini kaç kişi biliyor? Monarşi kelimesi bizler için ne ifade ediyor?
Bir halk için demokrasinin olmadığı, ya da çok az olduğu bir cumhuriyet mi, yoksa çok daha demokratik bir monarşi rejimi mi daha uygun?
Ve kafamda daha bir çok soru işareti var işte..
Bizde genelde büyükşehirlerde, apartmanlarda insanlar birbirlerine asansörde selam bile vermezken, sokakta yürüyen hiç tanımadığım bir Avrupalının merhaba
Diye gülümsemesi beni düşündürmüyor değil. Hem mutlu oluyorum, hem de düşünüyorum açıkçası. Acaba nere de hata yapıyoruz?
Bana göre en büyük hata, daha geniş, daha evrensel düşünmemizde. Ego sorunlarımızı aşamamamızda.
Kadınlarımızın eğitimini ne kadar önemsiyoruz?
Avrupa’da pek çok konuda arada kalmış çocuklarımızla ne kadar ilgileniyoruz?
Anavatanda zorunlu eğitim süresini uzatırken, içeriğine ve kalitesine ne kadar değer veriyoruz?
Ama ben yine de umudumu yitirmek istemiyorum.
Çünkü gün doğmadan neler doğar..
Çok şeyin değişeceğine inanıyor, geleceğe daha farklı ve güzel bakmak istiyorum..
Daha düzgün ve farklı bir toplum olabilmek için, toplumdaki aklıbaşında olan herkese görev düştüğüne inanıyorum.
Bu konularda kendilerinde sorumluluk duygusu taşıyan insanları da alkışlamak gerek. Çünkü sorumluluk taşımak insani bir değerdir. Çünkü artık insan olmak bir ayrıcalıktır.
Birgül KAPAKLIKAYA
Brüksel, 04-04-2012