Göreceli bir kavramdır."Eskiden" olarak nitelenecek zamanla ilgili bir sayısal hesap usulü yoktur.
Hayatımızdaki en iyi ve kötü anları hatırlayıp durup düşünmemizi sağlayan derin anlamlı bir kelime idi eskiden diye de örnek verebiliriz.
Eskiden "Kapıyı kapat!" denilmezmiş. Allah (cc) kimsenin kapısını kapatmasın diye düşünülürmüş. "Kapıyı ört, ya da sırla" denilirmiş. Kapının kapanmadan yavaşça örtülmesi edebindenmiş.
“Lambayı söndür” demezlermiş. Allah (cc) kimsenin ışığını söndürmesin. "Lambayı dinlerdir" derlermiş. Lamba yakılmaz, uyandırılırmış.
Uyuyan birisi uyandırılmak İçin sarsılmaz veya adı ile çağırılmazmış. "Agâh ol eren ol er" derlermiş. Nezaket, incelik, edeb her işin başı imiş de ondan… Ona eren uyanık olurmuş. İnsanların sözü kesilmez, işaret ve işmar edilmez, fısıltılar, gizli konuşmalar hoş karşılanmazmış.
Hanımlar beylerine "Efendi" derlermiş, "siz" derlermiş. Hanımefendiliklerini gösterirlermiş.
Gezerken yere yumuşak basılır, ses çıkarmamaya çalışılırmış. Yerdeki haşerata basmamaya özen gösterdiği için adı "Karınca basmaz Efendi” ye çıkan insanlar varmış.
Kapıdan çıkarken arkasını dönmemek, geri geri çıkmak edebindenmiş.
Kapı eşiğindeki misafirlere ait ayakkabılar, dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilirmiş. "Git bir daha gelme!" der gibi değil de. "Gitsen de ayağının yönü buraya dönük olsa" dercesine dizilirmiş.
Canlı cansız her şeyin bir hatırı varmış.
Eskiler hayatı o kadar nurani, o kadar temiz, o kadar manalı yaşarmış…Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında, boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım…
Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk.
Kestane közlemek bütün bir gecenin mutluluğuy du.
Sonra illâ ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar…
Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası…
Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı…
Domates de…
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.
Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi… Kimin umurunda…
Ne güzel cahildik.
Mutluluğun resmini çiziyorduk.
Eskiden yani ben küçükken, o kadar küçüktüm ki ayağım arabanın fren pedalına yetişmezdi. Bu yüzden 12 yaşına kadar ilkokula gitmek zorunda kaldım. O zamanlar arabalar 75 beygirdi. Ve şehirde yaşayan beygirler benzinle besleniyordu. Köydekiler samana talim. Dünya o kadar küçüktü ki haftada 1-2 kez arabaya binerdik. Bazen o 75 beygir bir eşeğin çıktığı yolu çıkamazdı. Saatlerce beklerdik. Nedense 75 beygirden oluşan arabaya 4 -5 kişi binerdik. Aslında herkes bir beygire binse 75 kişi bir yerden başka bir yere gidebilirdi.
Eskiden gazete kuponlarındaki, o makas izini takip et diyen şerit işaretini nasıl hevesle takip ederdim keserken peşini.
Nasıl güzeldi eskiden,
Fotoğrafların arkasına tarih atılır, nerede ve kiminle çekildiysek ismi yazılırdı. Şimdilerde 'etiketle' ve 'etiketi kaldır' oyun geliyor…
Eskiden insanın dostu insandı.
Hiçbir şey doğal değil artık hiç! Gülmek bile
Dünya sadece yaşadığımız yerden ibaretti Amerika daha keşfedilmemişti. Avrupa’nın tamamı ise Almanya’da yaşayan akrabalardan ibaretti.
Biz eskiden dosttuk, biz eskiden samimiydik. Eskiden bizim mahallelerimizde küfür yoktu. Eskiden bizim mahallelerimizde hırsızlık yoktu. Eskiden bizim mahallelerimizde kapılar ardına kadar açık olurdu.
İnsanlar birbirlerinin evine girip çıkarken seslenirlerdi." Huuu komşuu ben geliyorumm!! ""Gel gel!! İt kapıyı açık".
Eskiden bizler sokakta ip atlar, top, oynar tekerlemeler söylerdik. Woltran , He man, Selena ya da Kulina ‘yı bilmezdik.Sokaklarda kolye, küpe bilezik, oyuncak satmayı sonra da satılan incik boncuğun parasının peşine düşüp arkadaşlarımızla birbirimizi yemeyi , küfür etmeyi ya da para için kavga etmeyi bilmezdik. Yağ satarım bal satarım, mendil kapmaca, yakan top, istop oynardık.
Eskiden Sana yağ kuyrukları vardı, tüp kuyrukları vardı. Birimizin evinde olmayan bir şey varsa, o şey her ne ise diğerinin evinde mevcutsa muhakkak biri diğerleri ile her ne ise onu paylaşırdı. Kimse kimseden bir şeyini esirgemezdi.
İnsanlar birbirlerine gülümser ve selamlaşırdı. Acı da paylaşılırdı, sevinç de işte bu yüzden acılar az, mutluluklar çoktu. Radyolardan çıkan Hamiyet Yüceses, Zeki Müren, Mustafa Sağyaşar nağmeleri pencerelerden süzülüp sokaklara taşardı ve birbirlerini çaya, kahveye davet eden hanımların seslerine karışırdı. Hele o arkası yarınlar…