‘İnsanın hataya düşüp utanılacak şeyler yapmasını önleyen, yerinde ve ölçülü davranmasını sağlayan meleke, söz ve davranışlardaki ölçülülüğe; her hususta haddini bilip sınırı aşmamaya; terbiye, nezaket ve zarafete’, kısaca ‘Toplum töresine uygun davranmaya’, ‘İyi ahlak, incelik, terbiyeye ’ genel anlamda ‘edeb’ deniyor. Tasavvufta ‘Daima Allah’ın huzurunda olduğunu bilerek bu huzurun gerektirdiği şeklide davranma; kâinatta Allah’ın birliğini görerek bütün yaratılmışlara karşı saygılı olma’, ‘edeb’tir.
‘Edeb, aklın tercümanıdır.’
İnsanın söz ve davranışları, edeble değer bulur. Bizi işimizi edeb dâhilinde yaparız; bizden beklenen budur. Uyulması gereken kurallar ana hatlarıyla edeb erkân olarak belirlenmiştir. Kalbimiz, zihnimiz, dilimiz edebden uzaklaştıkça başımıza iş alırız. Edebi kaybetmek, kişiyi değersizleştirir. Edebe davet için ‘edeb ya hu’ (Yaptığın, söylediğin edebe, terbiye ye uymuyor; kendine gel) deriz. Her zaman ve her yerde edebimizi bilememiz istenir. Edebimizi bozarsak, saygımız sevgimiz ortadan kalkar.
Terbiyesini bozanlardan, terbiyesizleşenlerden, hemen, edebini takınmasını isteriz. Edeb erkân bilmeyenleri edeben uyarırız. Edebli insanları edebsizden ayıran kantarımız hepimizde pek hassastır. Edebsizlik, bulunduğumuz hiç bir yerde mekân tutamaz. Edebsiz bize edeb öğretmeye kalkınca ne yapacağımızı da çok iyi biliriz. Edebsizlik yapmamak, edebini takınmak, edebi ile durmak; bizler için olmazsa olmaz davranışlar olmalıdır.
Aşağıdaki ifadeler, şu ana kadar anlattıklarımızı çok güzel özetliyor:
“Ehl-i irfan meclisinde aradım kıldım taleb / Her hüner makbûl imiş illâ edeb, illâ edeb”
“Edeb bir tâc imiş Nûr-i Hüdâ’dan / Giy ol tâcı emin ol her belâdan”
“Edeb iledir nizam-ı âlem / Edeb iledir kemal-i âdem”
Evet, kısacası ‘İnsanla hayvan arasındaki fark, edebdir.’ Seyyid Abdülhakim Arvasî’nin ifadesiyle ‘Edeb, hududu, aşmamaktır.’
Edeb ile hayâ çok yerde karıştırılabiliyor.
Hayâ, ‘Utanma duygusu, utanç, utanma, sıkılma’, ‘ar, namus’ anlamında kullanılır. Ahlak anlayışımıza ve değer hükümlerimize uymayan, bunlara ters gelen şeylerden hayâ ederiz. Utanmaz, sıkılmaz bir durumda olanlara hayâ perdesi yırtılmış deriz. Tasavvufta ‘kulun Allah’ın sevgisini kaybetmekten doğan korku ile kötülüklerden kaçınması hâli’ de hayâdır. Hayâ, kötü işlerden kaçınmaya teşviktir aslında. Hayâ, kötülüklerin engelleyicisidir. Hayâ, güzel ahlâk melekesidir. Hz. Osman’ın ifadesiyle ‘Hayâ, kötülük ile insan arasındaki perdedir.’ Ata sözümüzde belirtildiği üzere ‘Hayâ uçtu mu bela konar.’
Anonim bir ifade ‘Bozuk olunca maya ne ar tanır ne hayâ’ diye bizi edebince uyarıyor. Bu uyarıyı da dikkate alarak hayâyı ailede ve toplum içinde yaşamaya ve yaşatmaya mecburiyetimiz var. Medenî olabilmenin temel şartlarından biri bu.
Edep ve hayâ, insanın nefsini terbiye etmesi, kendini ve haddini bilmesidir. Nerde bulunursak bulunalım, ne iş yapıyor olursak olalım edeb ve hayâdan uzak kalmamamız gerekiyor. Böyle yapmamız gerekiyor ki şer(ler)den uzak kalalım.
Nefsimize uyduğumuzda sınırımızı, derecemizi, yetkimizi aştığımız hatta bunuhaddinden fazla yaptığımız olmuştur. Haddi hesabı bile yoktur bunun da çoğu kere üstüne olmayız hiç.
Kendi değer ve yeteneğimizin farkında olmak, konumumuza, durumumuza uygun davranmak, haddimiz bilmek yerine nefsimize uyup haddimizi aştığımız da olmuştur.
Haddimiz olmadan, haddimize düşmeden ahkâm kestiğimiz de vakidir.
Kimselere söyleyemesek de, herkesten büyük bir sır gibi saklasak dahaddimizi bildirenler olmuştur elbette.
Haddini bilmeyenlere haddini bildirdiklerimiz de vardır tabi. Vardır ama esas olan, bence, Dücane Cündioğlu’nun dediği gibi işte: Kimseye haddini bildirme!
Seni haddini bil, yeter!
Evet, bu bilgiler ışığında kendimizi yeniden bir değerlendirmeye var mısınız?