Tercanlı İsmail Daimî(1932-1983)’nin
“Ne ağlarsın benim zülfü siyahım
Bu da gelir bu da geçer ağlama
Göklere erişti feryadı ahım
Bu da gelir bu da geçer ağlama” diye başlayıp
“Daimi’yem her can ermez bu sırra
Eyüp sabır ile gitti Mısır’a
Koyun oldum ağladım ardı sıra
Bu da gelir bu da geçer ağlama” ifadeleriyle biten türküsünü değişik sanatçılardan belli dönemlerde çoğumuz dinliyoruz.
Bunaldığımızda kendimiz de mırıldanıveriyoruz şöyle bir. Başımızdaki/ruhumuzdaki sıkıntının geçtiğine/geçeceğine inanıveriyoruz hemen.
Hep böyle anlarda neleri nasıl geçirdiğimiz/nelerin nasıl geçtiği aklımıza geliyor. Beklemeyi, sabretmeyi bir kere daha ama derinden öğreniyoruz. Bedel(ler) ödediğimiz de oluyor tabi. Örnek olduğumuzu pek hesap edemiyoruz bu süreçte ama örnek aldıklarımız film şeridi gibi geçiyor gözümüzün önünden bir bir.
Kendimize geliyoruz hemen. Ve ‘Allah var gam yok!’ lafzı dökülüyor dudaklarımızın arasından. Evet, ‘Allah var gam yok’, elbet.
Unutulmuş olmaktan korktuk hep. Unutulmadığımızı bilerek yaşamak, güç verdi her daim. Unutulmayanlardan olabilmek içindi mücadelemiz. Unutamayacağımız acı ve sevinçleri içimizde büyüttük biteviye. Her şey unutulduğunda unutulmayan bir şey vardı: Allah.
Evet, herkes bizi unutsa da bizi hiç unutmayan Allah vardı ve gam yoktu.
Unutuyoruz sonra. Neyi, niçin, nasıl unuttuğumuz bilmeden/bilemeden unutuyoruz.
İlk defa Bülent Ersoy’dan dinleyip çok etkilendiğim, ezber ettiğim “Sen de git, sevme unut; kimler unutmadı ki / Sevgilim canım deyip kimler aldatmadı ki” şarkısını siz de biliyorsunuz eminim. Eminim, şarkının “Söyle kaç zalim beni bırakıp kaçmadı ki” diye devam edip “Sorma git, sevmem artık senden başka sevgili / İnanmam yalan söze, dinlemem hiç kimseyi / Meğer bu aşk oyunu kimi aldatmadı ki / Sen de git sevme unut kimler unutmadı ki” diye biten bölümünü öyle inanıyorum ki siz(ler) de biliyorsunuz.
Adı yok oldu, unutuldu, adı battı; adından söz etmedik, adını anmadık kötülerin ve de kötülüklerin. İyiler hep bizimleydi. Sünger çekmedik, hep bizimle yaşadı. Unutulmadı, akılda kaldı. Unutulmadı, akıldan çıkmadı. Unutmadık, aklımızda kaldı, aklımızda tuttuk. Tadı damağımızda kaldı. Unutmadık, defterden silmedik.
Neler geçmedi ki!
Aşağıdakilerden hangilerini yaşamadık, hangisini unutmadık kendi kendimize soralım hele bir: Acı, hüzün, ıstırap, aşk, çare, çılgınlık, düşünce, fikir, eğlence, etki, fayda, zarar, fırsat, gam, güç kuvvet, güven, hayal, hırs, kanaat, kaygı, nimet/külfet, öfke, sıkıntı, stres, şikâyet, umut, yalnızlık, zevk …
Hangisi geldi de dünyayı başımıza dar etmedi ki!
Nelerini unutmadık bunların nelerini….
Bizim unuttuklarımızı da oldu elbet bunlardan bizi unutanlar da bunlardan.
Hangisi ne zaman biz mutlu etti, işte bu, tartışılır.
Unuttuğumuzu zannettiklerimiz, acaba, köze kül attıklarımız mı? Biz unutanlar hemen her an bize yeniden misafir olacaklar mı bilemem. Tek bildiğim bunların hepsine el an hazır olabilmeye çalışmak. Ha, başarılı olabilir miyiz bu konuda? Onun da cevabını herkes kendi verecek.
İnşallah başarılı oluruz.
Sıkıntıda imtihana çekildik. Kendimiz de sıkıntı çektik, çevremize de sıkıntı çektirdik. Derdimizin ömrümüzden uzun olduğunu/olacağını sandık çoğu kere. Gönlümüz yoruldu. Yorgun gönülleri tanıdık biz yoruldukça. Kurt misali kışı geçirdik ama yediğimiz ayazı hiç unutmadık.
Gelip geçenler oldu, delip geçenler oldu, hepimiz için. Ama geçti. Geçti de nasıl geçti orası tam anlaşılamıyor, tam anlatılamıyor işte.
İşte düğüm burada bence. Düğüm unutulmuyor, unutturulmuyor hâsılı.
Ömrümüzde ne o düğümü unutacak kadar zaman geçecek, ne geçen zaman o düğümü unutmaya yetecek gibime geliyor.