Çok eski yıllarda Güz mevsimi geldiğinde kış için hazırlıklar yapılırdı.
Bunların başında Bulgur gelirdi. Tarhana yapımı da az kolay değildi.
Harman sonu bulgurluk buğdaylar özenle seçilirdi.
Sarı buğdayı olmayanlar olanlardan ya ödünç alır yada kile hesabı parasını verirdi.
Buğdayların kuyulardan çekilen buz gibi sularla kazanlarda yıkanması; Su dolu kazana atılan buğdayın içindeki taşlar dibe çökerken, Kavuz denilen buğdaydan ayrılmayan kabuklu kısım suyun yüzüne çıkar. Suyun ortasında kalan buğdaylar karıştırılırken, suyun yüzünde biriken kavuzlar bir kalbur yardımı ile alınır.
Daha sonra buğdaylar suyun içinden çıkarılıp güneşe serilen kilimlerin üzerine dökülür ve kuruması için beklenilir.
Daha sonra Kaynatma işlemi başlar, kaynayan buğdaylara HEDİK adı verilir ki mis gibi kokusunun yanında güzel bir lezzeti vardır. Kaynamış buğdaylar kurutulduğunda sokularda ağaç tokmaklarla dövülen kaynamış olan buğdayların kabukları ayrılır ve kabuğundan ayrılması için rüzgârlı bir günde savrulur ve son işlem için çuvallanıp hazırlanır.
El değirmenleri hazırlanırken, Bulgur çekecek olan kızlara haber verilir ve akşamın başlaması ile değirmenlerin sesi köyün içinde duyulmaya başlayınca delikanlıların gözlerindeki sevinç belli olmaya başlar.
Kızların değirmenlerin başına oturması ve avuç avuş bulgurlar değirmenin ağzına dökülmeye başlar. Pancereden sızan Löküs lambasının ışığında karartılar görünmeye başlar ve Delikanlıların bir dörtlük okumasıyla bulgur gecesi daha bir şenlenir.
Harmana yığarlar sarı samanı,
Heç gitmiyo Emirdağ’ın dumanı.
Gel otur yanıma canım sevdiğim,
Ayrılık mı olur yayla zamanı.
Bu türküyü beraberce seslendiren delikanlılar,İçerinden gelecek olan karşılığını beklemeye başlar.
Oynadık oynadık geri oturduk,
Üç kile bulguru ne tez bitirdik.
Ufacık gızların uykusu gelmiş,
Löküsünen evlerine götürdük.
Delikanlılar hemen bir türkü daha çığırmaya başlar.
Gızlar arasında dönen değirmen,
Yâre yana yana galmadı derman.
Gel bi sarılalım ey nazlı yârim,
Senden başkasını vallahi almam.
Kızlar hemen atağa geçerler ve karşılığını hep birlikte söylemeye başlarlar.
Gel hele gel hele hilacı yarim,
Bulanık havanın güneci yarim.
Sen benim üstüme çok sevgi sevdin,
Buda o günnerin annacı yarim.
Delikanlıların yanık sesi ile bir türkü daha başlar.
Gökteki yıldızlar yerdeki buzlar,
Altmış bine çıktı sirkeli gızlar.
Ekmek etmesini bilmiyen gızlar,
Oturmuş eşiğe dünürcü gözler.
Kızların gülüşmeleri taaa dışarıdan duyulur ve hemen bir dörtlükle cevap verirler.
Evlerinin önü üzüm sepeti,
Geyinmiş gedeler olmuş efendi.
Ben de ayrıldım da nazlı yarimden,
Olgun gavun gibi sarardım soldum.
Bulgur çekimi bitmiş sıra manilere gelmiştir. Bir bakır tasın içine Delikanlılar ve kızlar yüzük,küpe,para,düğme gibi bir şeyler atarlar ve herkes verdiğini biliyor ve söylenecek olan mani’yi dikkatlice dinliyorlardı.
Su gelir pişman pişman,
Cahillik başa düşman.
El dostu değilmisin,
Dilin dost galbin düşman.
Yeleğin gayferengi,
Nerden aldın bu rengi.
Suvermezde yoğumuş,
Benim yarimin dengi.
Guru gına yaş gına,
Verem oldum aşkına.
Allah kısmet etmesin,
Senin gibi şaşkına.
Ayakkabım var benim,
ayağıma dar benim.
Suvermezin içinde,
Elâ gözlü yar benim.
Her mani söylenişte bakır tasın içindeki suya bir el girerken bir parça çıkarıyordu. Bu ya bir yüzük ya bir küpe ya da demir para oluyordu. Kime aitse onun hakkında yorumlar başlıyordu.
SÜLEYMAN SIRRI