Çocukluk yıllarımızdan,gençlik yıllarımıza adım attığımızda Alibeyin Hacı’nın kahvesinde bulmuştuk kendimizi.
Ortaokulu bitirip köye geldiğimiz yıl takvimler 1970 yılının yaz mevsimini gösteriyordu.
Kınalı Ceylan ile hiç ayrılmazdık, neredeyse 16 saatimiz beraber geçiyordu. Gençliğin verdiği o bitmez tükenmez enerjimiz ile Suvermez köyünü neredeyse günde on defa turluyorduk.
Yorulduğumuz zaman,elimizi cebimize atar paramızı kontrol ederek Hacı emminin Samanlık bozması,bir o kadar da temiz, kahvehanesine girer küçük masaya otururduk. oldukça temiz kireç badanalı,yazın kavurucu sıcağında loş ve serin bir havası vardı. Ocaklığa yakındı oturduğumuz masa, Birer birinci sigarası yakarken etrafımızı kolaçan etmeyi de ihmal etmezdik,Çok yakın akrabalarımız varmı diye. Varsa büyüklerimizin yanında sigara içmek hoş karşılanmayan bir davranıştı.Hacı emminin küçük oğlu Süleymanın derslerine yardım ederdim,Matematikten,Türkçeden ara sıra soru sorar,cevaplarına göre ona çalışacağı yerleri gösterir,ödevler verirdim.Yanımızdaki masa Süleymana ayrılmıştı,yanımızda sessizce çalışır,Bilemediği yerleri sorar,cevabını alınca da daha bir şevk ile çalışırdı.
Böyle bir günün en sıcak olan saatinde,yanımıza Çok sevdiğimiz,naif insan Pala’nın Musa gelip oturdu. Masamıza bizden büyük bir insanın oturması,hele bizimle sohbet etmesi çok hoşumuza giderdi. Dizlerine süvarilik vurulmuş,külot pantolon olarak bildiğimiz paçaları üç düğmeli,Aba dokuma kaba kumaştan giydiği pantolonu ve aynı kumaştan bir yeleği vardı.Başında eskimeye yüz tutmuş bir kasketi ve bu kasketi hafifçe sola doğru giyişi ona çok yakışır sanki Pala’nın musa ile özdeşleşirdi.
Bizimle hal-hatır eder,küçük büyük demez herkesin hatırını sayardı.Eşi ile yalnız yaşadığı evi; bir sofa bir odadan ibaretti.Sofanın yazlığına bazen bir minder atar,ağızlığına Tabakasından çıkarıp özenle sardığı sigarasını takar,Muhtar çakmağı dediğimiz çakmağı ile yakardı.
Hiç çocukları olmamıştı,Allahın takdiri der,haline şükrederdi.
Göğnücekte küçük bir tarlası vardı,oraya bostan eker,üç-beş kuruş kazanırım diye emek verir çapalardı.Çapaya giderken Eşi ile beraber gider,akşam olunca da yine beraber dönerlerdi.
Ceylan ile gezdiğimiz günlerde bazen musalla taşının yanındaki taşa oturur,sohbet ederdik. Bu sohbetlerimiz genellikle akşam üzeri,gün inerken olurdu.Taaa uzaktan Nuhu emmi’nin evin yanından yorgun argın gelişlerini gözlemlerdik. Boz bir eşeği vardı, Eşi devamlı eşeğin üzerinde,kendisi yaya olarak gelirdi.Heybesi otlarla dolu olurdu,Eşeğin sabaha kadar yiyeceği otu hazır ederdi.
-Musa emmi nasılsın,iyimisin.?
-Allah ırazı olsun gençler,siz nasılsınız.?
-Sağol musa emmi,iyilik sağlık biraz yorulduk da ıcık dinleniyorduk.
-Hacı emmi,musa emmiye bi çay ver.
Hacı emmi çayı yapıp masaya getirirken,musa emmi yelek cebinden çıkardığı tütün tabakasını açıp saracağı kağıdı çıkarmış,iki parmağının arasına aldığı kağıda biraz tütün sermiş itina ile yuvarlarken kapatacağı yeri dudakları ve dili ile ıslatıyordu.
sardığı sigarayı ağızlığa takıp çakmağı ile yakıyordu.
-Sağolun gençler,ben de yoruldum Göğnücekten bostana bakmaktan geliyom.
-Nasıl bostanlar iyi mi.?
-iyi iyi Allah bu sene bol verdi mahsulü,birkaç kuruş eder harhalde.
Bostanlar olsun da satmıya giderim,gışlığımızı tedarik ederiz.
başka bi gelirimiz yok.
-İnşaallah iyi olur bostanlar,hemi de göynüceğin kavunları pek tatlı oluyor.
-Allah bol verirse sizler de yersiniz.
Gözü,gönlü çok boldu,Fakirin gönlü bol olur derler,Gerçekten öyle bir insandı.
Şu an Pala’nın Musanın evi ne oldu bilmiyorum,Aradan 48 yıl geçmiş,Palanın musa ve eşi vefat etmiş ebedi âleme göç etmişlerdir
Rabbim Rahmeti ile muamele eder inşaaallah.
Süleyman sırrı
Pala’nın Musa’nın evinin son hali.