Benimki taş zeminde sabun kokusudur uyanınca burnuma çalan…
Bir de coşkulu fasıl sesi, kallavi ahşap radyodan yayılan…
Sabah namazıdır, babamın dizi dibinde, öğrenmek için “kılar gibi yaptığım…”
Bayram harçlığıdır, annemin elinden kaptığım…
Kapıda ramazan davulcusudur; bakkalda Arap kızı sakızı, sokakta laklak ve çatapat… Bilyede “karışık renkler”, tozlu tarlada tek kale maçtır, “Oğlum daha yeni almadık mı pabuçlarını!” sözleriyle oynanan…
Badem şekeridir bayram; kolalı beyaz mendil ve yandan ayrılmış saçta bir avuç kolonya kokusu…
Eski Sinema’da “Taşa Saplanan Kılıç “tır, bir türlü çıkarılamayan…
Ya da televizyonda “Bizim Sokak”ın siyah-beyaz dedesi, oyuncak yapan…
Ummahan anneannemin bahçesinde silkelenen eriktir, Zeynep ile büyüğünü kapmak için didiştiğim…
Mustafa dayımla uçurtma uçurmaktır, Nurullah dayımdan para aşırmak…
Gülcihan teyzemle eğlenip, Hatice teyzemle dertleşmektir.
Öğleyin önce un serpilip yoğrulan, sonra oklavayla açılan hamurun, tencere kapağı marifetiyle yarım aydan çiğ böreklere dönüşmesini merakla izlemek ve içine gizlice konan reçele ulaşma umuduyla özenle çiğnemektir.
Mustafa dedemin kucağında “Mebus olursun inşallah” duasıdır, mebusun ne olduğunu bilmeden dinlediğim…
Taşlık sofada yer minderidir, ipten salıncakla inatçı bir sinek vızıltısı eşliğinde deliksiz öğle uykusu…
Sonra komşulara, Fakı ile Kezi Hanım’ın evinde, “ikinci devre…”
Daha sonra halaların, amcaların evlerinde bayram keyfi… Yelda haladan şiirler, Dilber haladan ninniler, Fethiye haladan türküler, Nurettin dededen hediyeler…
Necati Cumalı’nın deyişiyle “pembe yüzlü çocuklar”dık bayramlarda, “öyle pembe ki burun delikleri yavru tavşanlar gibi…”