Bin dokuz yüz altmışlarda başladı göç Avrupa’ya. İlk posta Almanya, sonraki yıllarda Avrupa’nın diğer ülkelerine akın akın gitmeye başladı insanlarımız. Türkiye’den vasıflı işçiler çağırdılar, böylece göç yolu açıldı. O yıllarda ülkemiz oldukça yoksuldu. Kendine güvenen yola çıktı. Ulaşım zordu, insanlarımız daha çok gemiyle trenle yola çıkıyorlardı. Fakir fukara zor şartlar altında soluğu Almanya da alıyordu. Gidenlerin niyetler çalışıp çapalayıp yüklü bir kazançla ülkeye geri dönmekti, ancak öyle olmadı, üç beş yıl orada kalanlardan çoğu izine gelip eşlerini çocuklarını götürüyorlardı. Böyle başladı Avrupa’ya göç.
Yaralı gönlümü verip eleme,
Gezerim gurbetin akşamlarında.
Deli yüreğimi döküp kaleme,
Yazarım gurbetin akşamlarında.
Birçok aile böyle böyle bölündü parçalandı. Kimilerinde küçücük yavrular, kimilerinde taze gelinler, kimilerinde ak saçlı ebeler, dedeler. Kore’den, Yemen’den sonra ülkeler arası gurbet böyle başladı Türkiye’de. Buradakiler hasret, oradakiler gurbet. Sancı aynı sancı, acı aynı acı. Herkesin yaban ellere giderken geride bıraktığı gözü yaşlılar vardı. Bir de oraya gidenlerin emeli. On beş yirmi sene çalışacak buraya gelip köylüyse toprak, traktör alıp çocuklarını kurtaracak şehirliyse dükkân açıp esnaflık yapacak. Bu minval üzere aylar ayları yıllar yılları kovaladı.
Bulut kurşun gibi çekilir göğe,
Korkarım gök yere dökülür diye,
Gözyaşım yağmura katılır niye?
Hazar’ım gurbetin akşamlarında.
Bizim insanlarımız dönüş hayaliyle oralarda bodrum katlarda izbe yerlerde vakit geçirdiler. Bir arkadaşım anlatırdı. Belçika’ya gece varmışlar, sabah eşi işe gitmiş küçücük çocuklarıyla elin memleketinde bulmuşlar kendilerini. Sabah olduğunda çay demleyip karınlarını doyurmak istemişler. Kibrit yok çakmak yok. Kapının önüne çıkmışlar sağa sola bakınırken bir bakkal dükkânı görmüşler. Sevinerek varıp içeri girmişler. Dil yok, anlat anlatabilirsen. Anlatmaya çalışmışlar, anlayan yok, tarif etmişler çaresiz. Dükkân sahibi tutup ellerinden rafları gezdirmiş birer birer, yok, yok, yok. Orada bulunan bir müşteri ısrarla ellerle mimiklerle tarifi devam ettirmiş ve sonunda kibrit olduğu anlaşılmış. Kibriti almışlar eve varıp ne işimiz vardı bu yaban ellerde diye oturup ağlaşmışlar.
Gündüzler bulanık, gece karanlık,
Dışı donanımlı içi viranlık,
Suni ışıklarda vuslatı, anlık,
Sezerim gurbetin akşamlarında.
Oralarda zor şartlarda yirmi yılı geçirenler artık Türkiye’ye dönmek istemediler. Zira Avrupa da yaşam şartları buralardan daha iyiydi. Ekonomide, sağlıkta, ulaşımda daha birçok şeyde rahattılar. Çocuklar oralarda okumuş dil öğrenmişler, evlenme çağına gelenler
Evlenmişler, dönmek için gidenlerin boy boy torunları olmuş, bu durumda geriye dönme hayali de suya düşmüş. Artık herkes bulunduğu yerden ev alma, yurt kurma sevdasına kapılmış.
Mahalle mahalle, oymak oymak toplanmışlar bulundukları yerlerde. Almanya’da şato gibi evler yapmışlar. Tandır, fırın oralarda Anadolu kültürünü yaşatmaya çalışıyorlar.
Almanya demekmiş, Avrupa demek,
Nere baksan düzgün verilmiş emek,
Kul neler yapmazmış isterse, demek,
Nazarım gurbetin akşamlarında.
Böylece Avrupa’ya yerleşirler. Şöyle bir baktımda Bürüksel’in bütün eski konaklarını Türkler almışlar. Bir arkadaşıma dedim ki; ‘’yaşlandınız artık yeter buralarda ömür çürüttüğünüz tabuta konmadan dönün ülkemize.’’ diye bir serzenişte bulundum.’’ Nasıl dönelim arkadaşım dedi çocuklarımız, torunlarımız, kardeşlerimiz, yeğenlerimiz hepsi buradalar biz ülkemize gittiğimiz zaman gurbette oluyoruz. Yalnız üzüldüğümüz bir şey var ki çok canımızı acıtıyor, bize memleketimizde’’ gâvurcu.’’, buralarda ‘’yabancı ‘’diyorlar işte buna çok üzülüyorum.
Gökyüzü güneşsiz, ay hüzün keser,
Nilüfer neşesiz, koy hüzün keser,
Rüzgâr buralarda pek hazin eser,
Sızarım gurbetin akşamlarında.
Evet, bitmez gurbetin çilesi, kahrı bitmez, adı üstünde gurbet demişler. Bitmese de elemi kederi, gurbet hayatımızın bir parçası oldu. Dünya küçüldü avucumuzun içi kadar yakın hepimize. İki binli yıllarda her türlü ulaşım mevcut, isteyen istediğiyle anında irtibat kurup görüşebiliyor. Bazı ülkelerden Türkiye’ye gelmek burada bir şehirden bir şehre gitmekten daha kolay, çay içmeye gider gibi gidiliyor. Bu güzellik gidebilenler için, gidemeyenler içinse kapının arkası gurbet. Ben Fransa’ya gezmeye gitmiştim 2005 Türkler arasında bir ölüm olmuş orada bulunan konu komşu çok üzülüyorlardı. Merhume kırk yaşlarında, arkasında dört çocuğu yetim kalan bir bayanmış. Sivaslıymış bu garip, yoksul olduğu için on yıldır memleketine gidememiş, anasına babasına hasret gitti dediler. Bana göre gurbet, uzaklık ölçüsü değil görememek, kavuşamamak olsa gerek. “Bir garp ölmüş diyeler, üç günden sonra duyalar, soğuk su ile yuyalar, şöyle garip bencileyin” sanki onun için söylemişti bu şiir koca Yunus Emre ruhu şad olsun.
Hasretle kurarım özlemi canda,
Yüreğim tükenir harabe handa,
Canım yargılanır yüce divanda,
Dizerim gurbetin akşamlarında.
Uzadıkça uzadı gurbet yolları, sarmaşık gibi sarıldı birbirine. Daha sonraları Türkiye’den gelin, damat götürmeler başladı. Buradakilere cazip geldi, sorgulamadan verdiler çocuklarını. Pek çok insanımız oralarda temizlik işçisi olduğu halde altında bir araba, içinde üç beş hediye göz kamaştırdılar, hâlbuki oradaki vatandaşlarımızın çoğu temizlik işlerinde çalışıyorlar. Ne bilsin buradakiler “davulun sesi uzaktan koygun geliyor” genç ihtiyar herkesin bir gözü Avrupa’da. Çocuğumu nasıl gönderebilirim derdinde. Genel olarak kırsal kesimden gittiler, giden gençlerin dörtte üçü geri döndü. Şaşalı düğünlerle kurulan yuvalar, kibrit çöpü gibi geri yıkıldı, yerine göre ocaklar söndü. Gurbetin acı tarafı karanlık yüzünü böyle gösterdi. Benim necip milletime.
Şafakla ağarmaz mavi tan yeri,
Yıldızlar sarmıyor derin gökleri,
Havada loşluk var aylardan beri,
Mezarım gurbetin akşamlarında.
Bulgaristan göçmenleri vardı bir zamanlar. Gurbet acısını derinden yaşayan onlardı. Aileler parçalanmış, ocaklar sönmüş, anne gelmiş, baba kalmış, baba geçmiş, yavru kalmış. inim inim inlemişler yollarda kırlarda. Gelip sığınmışlar Türkiye’ye, ana yurtlarında bir yerlere, malları mülkleri geride kalmış tutunmuşlar hayata yeniden. Kırk yıl geçmiş, elli, altmış, yetmiş hala yakınlarından haber alamamış muhacirler vardı, yakın tarihe kadar. Artık dünya küçüldü, düşmanlıklar azaldı, demir perdeler açıldı, maddi imkânı olanlar yakınlarını arayıp buluyorlar. Geri gelmesin o karanlık günler, savaşlar kavgalar geri gelmesin.
Elem yolcusuyum hayalde düşte,
Ruhum yücelerde ayağım taşta,
Baharı ararken bir kara kışta,
Bizarım gurbetin akşamlarında.
Hüzünle başlar gurbet yolculuğu. Gideceği yer neresi olursa olsun, iki damla gözyaşı süzülür yanaklardan. Bir de sürgünler vardır, gidip de gelemeyenler, dönmek isteyip de dönemeyenler, gurbeti kendine mesken edinenler vardır. Sıla özlemiyle yanıp tutuşan yürekler. Ülkesi için özlemle yanar o yürekler, hüznü yüreğinde yaşar böyleleri. Sıla özlem, toprak özlem, bayrak özlem, özlem içinde özlem, sevdalı yüreklerin özlemidir bu özlem. Gün be gün vuslatı bekler şükreder Hak’tan gelene. Umut içinde bekler geleceği. Sığınır Mevlasına, bilir kapıları açacak O’dur. Güç O’nun varlık O’nundur, gerisi sebepler dairesinde gelişir, görünen yüzüdür gurbet gördüğümüzün.
Şebnem boynu bükük gülü hüzünlü,
Yaprağı sararmış dalı hüzünlü,
Yağmuru hüzünlü, yeli hüzünlü,
Bezerim, gurbetin akşamlarında.
Bir de gönüllü gurbetçilerimiz vardır. Onlar vuslatı kucaklar gibi kucaklar gurbeti. Gencecik yaşlarında alırlar, bavullarını ellerine düşerler gurbetin yollarına. Kimisi evlidir, kimisi bekâr. Eşi olan eşini, çocuğu olan çocuğunu alır yanına adı bilinmez ülkelere giderler. Kervan geçmez kuş uçmaz, eli eline benzemez, dili diline. Allah rızasıdır hüzünlü gönüllüleri buralarda tutan. Arkasında kalmıştır aile vatan. Onlar bütün benliğinde yaşarlar gurbeti. Bir burukluk bir gözyaşıdır hasret gözlerinde. Aylar aylara bağlanır, yıllar yıllara, uzar gider. Bir telefon, bir internettir onların yüzlerini güldüren. Bazen yakınlarının soğuk yüzünü bile göremezler, gurbet böyle bir şeydir günümüzün gurbeti biraz daha kolay, çağın gurbeti yakınlar uzak, uzaklar yakın oldu. Günümüzde bizim ülkemizde de durum farklı değil. Aynı memlekette çocuklar arkadaşlarıyla oturmayı tercih ediyorlar anne baba uzaktan uzaktan yoluna bakıyor pişirdiğim yemekten yese diye. Daha neler göreceğiz bakalım zaman hızla değişiyor zamanın hızına ayak uydurmak mümkün gibi görünmüyor.
Gurbet el diyorlar çekilmez nazı,
Gönlümü eğlemez davulu sazı,
Ömrüm el verir mi beklesem yazı?
Pazarım gurbetin akşamlarında.
Rabia BARIŞ 25–11–2006