Sıkıntıya katlanma pahasına bir şeyin veya bir kimsenin menfaati için göze alınan harekete, davranışa genel anlamda ‘fedakârlık’ diyoruz.
‘Başka bir kimse veya başka bir şey faydasına kendi menfaatini feda etmek; bir şey uğruna diğer bir şeyden vazgeçmek’ de fedakârlık etmek demek…
Fedakârlığı değişik yönleriyle anlatan aşağıdaki atasözlerimizi çok severim:
‘Az veren candan, çok veren maldan.’, ‘Balı olandan pekmez, esirgenmez.’, ‘Paça ıslanmadan balık tutulmaz.’, ‘Yağına kıyamayan, çöreğini kuru yer.’, ‘Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı derler.
Galip Erdem (1930-1977)’in ‘Büyük davalar, büyük fedakârlık ister.’ sözü ile Hilmi Ziya Ülken (1901-1974)’in ‘Vatanperver, başını yere eğmemek için nefsini feda eder.’ sözü de bu konuda çok manidar gelir bana.
Hiç bir iş, belli fedakârlığı göze almadan olmaz.
Fedakârlık gösterilmeden, karşılık sağlanmadan bir kimseyi bir yere bağlamak, mümkün değildir.
Kişi, kendine fedakârlıkta bulunana sırası geldiğinde daha büyük fedakârlıkta bulunur.
Büyük ihtiyaçlar, büyük işler için çok fedakârlık yapmak, fedakârlıklara katlanmak gerekir.
Başkası için yapılacak fedakârlığın bir sınırı vardır.
Hepimiz fedakârlığımızla daha da yüceldiğimizi biliyoruz.
Çoğu kere bir şey feda etmeden bir şey kazanamayız. Fedakârlığı göze alamadığımız zamanlardaki sıkıntılarımızı düşünün hele…
Karşılıklı ol(a)mayan fedakârlıklardaki sıkıntıları düşünün hele bir.
Aşırı fedakârlıkların onulmaz yaralar açtığına hepimiz şahitlik etmişizdir.
Haddinden fazla fedakârlık yaptığımızda vefasızlığa uğramışlığımız da çoktur.
Sosyal medyada da sıkça rastladığımız şu iki ifadeyi bir kere daha gözden geçirmekte fayda var: ‘İnsanlar için gözlerini feda etsen, zaten kör idi derler.’, ‘Ne kadar fedakâr olursanız olun, adı gün gelir yapmasaydın olur.’
‘Fedakârlık başkası tarafından bilinmediği sürece daha değerlidir.’ deyip hak etmeyenlere yaptığımız fedakârlıklarımıza pişman mıyız?
Fedakârlığın tek taraflı olmayacağını bile bile hep bizden bekleyenlerin tavrına hiçbir cevabımız olmayacak mı?
Yemin billah ede ede şirin görünüp altımız oyanlara fedakârlığa devam edecek miyiz?
Gerçeği bile bile gizleyenlere, daha iyiyi daha kötüyle değiştirenlere fedakârlığı hep biz mi yapacağız?
Doğru ile yanlışı bilerek karıştıranlara, kötülüğü özendirip iyiliği engelleyenlere sözümüz olmayacak mı hiç?
Bu soruların cevabı elbette bizim daha fedakârlık anlayışımızı daha da netleştirecek.
Nelerden ne kadar fedakârlık yaptığımızı tam hesap edemedikçe sömürülmeye devam edeceğimizi aklımızdan çıkarmayalım.
Hâl ve şart ne olursa olsun verebilmenin fedakârlık olduğunu bilelim yeter.
‘Hep veriyorum, hiç alamıyorum’ diye şikâyet etmenin vermeyi lekeleyeceğini bilelim yeter.
‘Desinler’ diye vermenin aslında vermemek olduğunu bilelim yeter.
Tam bir doğruluk içinde gönülden bağlansak, bağlılığın gerektirdiği fedakârlığı yapmaya hazır olalım yeter.
Verelim ve arkasına düşmeyelim yeter.
Musibetlerle sınanmayalım, şüpheye düşenlerden olmayalım yeter.
Yaptığımız fedakârlığın mutlaka işe yaradığını bilelim yeter.
Faydasız görünse de faydalı fedakârlıklarımızın arkasında duralım yeter.
Sabır ve şükür arasında geçip gitsin ömrümüz yeter.
Özcan TÜRKMEN