Birbirimize her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Birbirimizi dinleyeceğiz, destek olacağız.
Sıkıntılı bir süreç yaşıyoruz.
Sağlığımızı için selametimiz için öncelikle belirlenen kurallara uyacağız, evde kalacağız ve sabredeceğiz.
‘Sabır’, ‘katlanma, dayanma, ses çıkarmadan bekleme, tahammül etme’…
Arapça’dan dilimize girmiş bir söz.
Dilimizde ‘1. Acı, yoksulluk, haksızlık vb. üzücü durumlar karşısında ses çıkarmadan onların geçmesini bekleme erdemi, dayanç. 2. Olacak veya gelecek bir şeyi telaş göstermeden bekleme.’ anlamlarıyla kullanılıyor.
Kutadgu Bılıg’te, ‘sabır’ ile ilgili olarak ‘Kul sabırlı olursa beylik mertebesini bulur.’ ve ‘Sabredip bekleyen avcı, ak kuş tutar.’ deniyor.
Sultan Alpaslan, Anadolu’nun fethi sırasında Romen Diyojen’in elçisine ‘Git söyle Kayserine biz sulhu severiz / Lâkin harbe girersek insan değil ejderiz.’ derken sabrın hangi noktasındaydı, hiç aklınıza geldi mi bilemem.
Necip Fazıl Kısakürek, ‘Düşün mü konuş mu sus mu unut mu / Buradan insan mı çıkar yoksa tabut mu?’ derken sabrın sınırında mıydı bilinmez.
‘Yetmez mi musab olduğumuz bunca devahi?
Ağzım kurusun. Yok musun ey adl-i İlahi!’ derken Mehmet Akif Ersoy’un sabrının derecesini hayal bile edemiyorum.
‘Sabret gönül bir gün olur bu hasret biter.’ diye başlayan şarkının sözü ve bestesi ne kadar sabır telkin ediyor dersiniz?
‘Sabreyle gönül sabreyle’ diyen Türk Hak müziği ezgisinin ‘sabır işareti’ sizi nerelere götürüyor, bunu az çok kestirebiliyorum.
Ve yine biliyorum ki karşılaştığı güçlükleri sabırla yenmeye çalışan kimse, zor da olsa sonunda başarıya ulaşacaktır.
Zorları kolaylaştıran zor bir iştir sabır.
Unutmayalım, ‘Sabrı öğrenmek de sabır işidir.’
Gürbüz Azak’ın şu sözü ne kadar da doğru değil mi? ‘Şu hafakan dolu dünyada biri kalkıp sabır satmaya başlasa, inanın, bir günde zengin olurdu.’
Aşağıdaki anonim kıssa size ne kadar sabır telkin edecek bakalım bir:
“Babası oğluna bir torba çivi verir ve ona sabrını her kaybettiğinde kapağın arkasına bir çivi çakmasını söyler.
Birinci gün çocuk otuz yere çivi çakar. Haftalar ilerledikçe çocuk kendini kontrol etmeyi öğrenir ve daha az çivi çakmaya başlar.
Daha sonra, kendini kontrol etmesinin gidip kapağa çivi çakmaktan daha kolay olduğunun farkına varır.
Hiç çivi çakmadığı ilk günün sonunda durumu babasına bildirir.
Bu defa baba, oğluna kendini kontrol ettiği her günün sonunda çivi sökmesini söyler. Günler geçer ve en son çivi söküldüğünde çocuk yine babasına haber verir.
Babası çocuğu elinden tutup kapağın yanına götürür ve şunları söyler: ‘Bak oğlum, çok çalıştın fakat kapağın üzerindeki tüm deliklere bir bak. Hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaklar. Her sabırsızlığında karşındakilerde böyle yaralar oluşur. Birini bıçaklayıp tekrar bıçağı çıkarabilirsin; önemli değil ama ne kadar özür dilersen dile o bıçak yarası daima orada duracaktır.”