Hepimizin adının bir serüveni var.
Adımız kimliğimiz, kişiliğimiz dense abartı sayılmaz neredeyse.
Her varlığın, her kavramın, her nesnenin zihnimizde bir tasavvuru ve bu tasavvurun dilimizde bir karşılığı var. Buna‘isim/ad’ diyoruz.
İsimler varlıkları verilişine göre, varlıkların oluşuna göre ve varlıkların sayısına göre karşılar.
Eski Türkçe’deki ad kelimesi, Arapça’dan gelenine ‘isim’, Farsça’dan geleninede ‘nam’ olarak dilimizde kullanılır.
Kullanıldığı yere göre belli kavramlar, bazen de ‘şan, şöhret, ün’ ile karşılanır.
Özellikle küçük yerleşim birimlerinde hemen herkesin bir namı, bir sanı, bir unvanı, bir lakabı vardır. O kişiler bu adlarla tanınır, bilinir.
Kişiliklerin bazen meslekle beraber algılandığını anlatan atasözümüz, bu konuyu gereğince özetliyor bence:
“- Adın ne?
- Berber Ahmet.
- Sanatın?
- İkisini birden söyledik ya!”
Kültürümüzde ad verme ile ilgili değişik gelenekler vardır. İster kişi tarafından edinilmiş olsun, ister aile ya da toplum tarafından verilmiş olsun adlar, kullanıcısını tanımlar ve ona sosyokültürel bir statü sağlar.
Çocuklara verilen adlar töreden töreye, bölgeden bölgeye göre değişir. Ad koymada dinî inanç etkilidir. Ad koyarken ünlü kişilerin, saygı ve minnet duyulan kişilerin adı konulmasına belli çevreler özellikle dikkat eder. Çevremizde destanlardan, masallardan, efsanelerden konulan adlara sıkça rastlarız. Yer adı, tarihî olay adı, kavim adı vb. ad koyanlarımız da var elbette. Siyasî dönemlerin belli adları da kültürümüzde ayrı bir öneme sahiptir.
Ebe dede adlarının önemi de değeri de apayrı bizim kültürümüzde.
İki adı olup da hep bu adın biriyle çağrılanlarımız, nüfustaki kayıtta kalıp sadece resmiyette akla gelen adlarımız da ayrı bir konu.
Kulağına ezan okutarak/okuyarak ad koyduğumuz çocuklarımıza verdiğimiz adla çocuğumuzun nasıl biri olacağını da hayal ediyoruz. Çocuklarımızla ilgili hayallerimizi, koyduğumuz ad ile idealize ediyoruz.
Verilen ismin çocuğun kişiliğini geliştirmesinde etkili olabileceğini artık hepimiz kabul ediyoruz.
Evlenmeden evvel doğacak çocuğumuza ad koyma süslerdi hayallerimizi. Evlenip de çocuk olduğunda az da olsa ad koyma hususunda az da olsa tartışmalar yaşardık eşimizle.
Bebeğin cinsiyeti doğumda belli oluyordu önceden. Şimdi bebeğin cinsiyeti önceden belli olduğundan çok tartışmanın da önü kesilmiş oluyor böylece.
Adi ile ilgili enteresan bulduğum bir konu lakap…
Bir kimseye, bir aileye kendi adından ayrı olarak sonradan takılan, o kimsenin veya ailenin bir özelliğinden kaynaklanan ada lakap diyoruz. Lakap takmak, kültürümüzde ayrı bir yere ve öneme sahip.
Lakaplara, genellikle komşuluk ilişkilerinin hâlâ yaşatıldığı, yardımlaşmanın devam ettiği, ikili ilişkilerin yoğun olarak yaşandığı küçük yerlerde daha çok kişisel lakaplar ve sülale lakapları olarak rastlanıyor.
Duymasak da geç öğrensek de bilemesek de hemen hepimizin bir lakabı var aslında.Yakın çevremdeki en sevdiğim lakapların başında rahmetli babamın lakabı geliyor.Lakabın adı da konuluşu da enteresan.
Şöyle ki:Babam rahmetli çocukluk yaşlarında tarla, yayla yazı işlerini pek sevmezmiş. Ama çare yok kuzuları güdecektir. Ebem rahmetli, kuzuları önüne katınca babamın eline bir ballı dürüm verir. Babam, kısa süre sonra acıktığı bahanesiyle hemen eve döner. Ebem, bir dürüm verip hemen kuzuların yanına yollar babamı. Bu iş, akşama kadar epey sürer. Ertesi gün de aynıdır hayat. Akşamüstü ebem, kuzuları ve babamı bellemeye gider harman yerine. Harman yeri bağımızın yanındadır. Kuzular kendi hâlinde yayılır. Babam da bir ağaç gölgesindedir. Ebem, rastgele bir bağ kütüğünün dibinde dürümleri görür ve hemen babamı çağırır yanına. Durumu itiraf eder Babam. Bir daha kuzu gütmeye gitmez. Gitmez ama adı Dokuzdürümlü’ye çıkmıştır bir kere…
Mekânları Cennet’tir İnşallah.