Ateş birgün suyu görmüş yüce dağların arasında..
Sevdâlanmış onun deli dalgalarına..
Hırçın hırçın kayalara vuruşuna..
Yüreğindeki duruluğa…
Demiş ki;
“Gel sevdâlım ol, hayatıma anlam veren mûcizem ol..!”
Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa..
“Al” demiş..”yüreğim sana armağan..”
Sarılmış, ateşle şu birbirine
sıkıca kopmamacasına…
Zamanla şu buhar olmaya,
ateş kül olmaya başlamış..
Ya kendisi yok olacakmış, ya aşk’ı..
Baştan alınlarına yazılmış olan kader’i de,
Yüreğindeki keder’i de alıp gitmiş,
uzak diyarlara su…
Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları..
Aramış suyu, diyârlar boyu..
Günler boyu, geceler boyu..
Birgün gelmiş, suya varmış yolu..
Bakmış o duru gözlerine suyun,
Biraz kırgın, biraz hırçın..
Ve o an anlamış;
Aşk’ın bâzen gitmek olduğunu..
Ama gitmenin yitmek olmadığını…
Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla..
İşte o zamandan beridir ki;
Ateş sudan, şu ateşten kaçar olmuş..
Ateşin yüreğini sâdece su,
Suyun yüreğini sâdece ateş alır olmuş…