Bütün öğretmenlerin gününü kutluyor; ebediyete irtihal eden öğretmenleri de saygı, minnet ve şükranla anıyorum.
Yine 24 Kasım’da Öğretmen(ler) için beylik laflar edilecek.
Okullarda öğrenciler ‘Öğretmenim sen çok yaşa!’ diyecek; belli kurum/kuruluş, belli sürede öğretmen için indirim(!) yapacak, … cak, … cak ve de …cak!
Mesleğe girişte ve stajiyerlikte mülakat barajını geçebilen(!), mesleğe başlayan öğretmenlerin kaçı ideallerini gerçekleştirmeyi amaçlıyor, kimsenin umurunda değil.
Düzenli olarak gazete/kitap/dergi okuyan öğretmen var mı; bu husus, kimsenin ilgi alanında(!) değil.
Atama yer değiştirmede ülke gerçekleri, öğretmen isteği, liyakat, aile bütünlüğü … kimsenin umurunda değil.
Öğretmenlerin kaçının kirada oturduğu; lojman(lar)ın, öğretmenev(ler)inin, misafirhane(ler)in öğretmene ne kadar hizmet ettiği düşünülmüyor bile. Öğretmenin öğrencisini, öğrencinin öğretmenini hangi gözle nasıl gördüğü akıllara gelmiyor bile.
Gelir grubu yönünden öğretmenlerin diğer meslek gruplarıyla mukayesesi, ne işe yarar ki!
Öğretmenlerin kültürel faaliyetleri takibi, kimi niye ilgilendirsin ki! Eğitimin ezbere dayandığı, eğitim sistemimizin milliliği/demokratikliği, eğitimde fırsat eşitliği, yönetici – öğretmen ilişkisinin durumu, yönetici – öğretmen – veli ilişkileri … konularında öğretmen niye fikir beyan etsin; ona bunlar niye sorulsun ki! STK’lar, öğretmenlerin meslek örgütleri, güya yetkili sendikalar, öğretmen eğitimini gündemine almıyor, bunu kamuoyu önünde niye deklare etmiyor ki. Uzun emek ve gayretle çalışarak emekli olan/emekli edilen öğretmenlerden faydalanmak kimsenin aklına neden gelmiyor ki!
Hz. Muhammed (SAV), “Öğrenmekten ve bilgiden daha üstün bir meziyet yoktur.”,
Hz. Ali “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” derken;
Atatürk, ısrarla, “Milletleri kurtaranlar, yalnız ve ancak muallimlerdir.” derken biz(ler), bunlardan niye hiç hisse kapmıyoruz ki!
Öğretmen, milletinin gören gözü; duyan kulağı; uyanık vicdanıdır.
Öğretmen; neyi, nerede, nasıl elde edebileceğini bilen ve öğrencisine gösterebilen kişidir.
Böyledir böyle olmasına da öğretmenlerin yüzde kaçının ek iş yapıyor olması, niye birilerini ilgilendirsin ki!
Öğretmen yetiştirme amaçlı açılan okulların kapatılmasına milletimiz niçin sessiz kalır ki! Öğretmen akademileri niçin ve hangi amaçla bir türlü açılamaz ki!
Milli Eğitim Temel Kanunu Madde 43, “Öğretmenlik devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan bir ihtisas mesleğidir.
Öğretmenler bu görevlerini, Türk Milli Eğitimi’nin Amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak ifa etmekle yükümlüdür.” diyor.
Diyor demesine de öğretmenimizin bu görevi layıkıyla yapıp yapmadığını inceleyen/denetleyen rehberlik ve denetim sistemi ile neden ikide bir oynanır durulur ki!
Türk insanını insanlık adına Türk Milli Eğitimi’nin Amaçları doğrultusunda yetiştiren öğretmen, eğitim öğretimde ne kadar başarılı olursa Türk Medeniyeti Güneşi, o kadar çabuk doğacaktır.
Neyse…
Fazla germenin gerilmenin de pek anlamı yok (ki)…
Otuz altı yıllık meslek hayatımda beni en çok etkileyen örnek olaylardan birisi şöyle:
“Müfettiş, öğrencilere sorar:
– İçinizde en uslu kim?
Öğrenciler, hep bir ağızdan cevap verirler:
– Öğretmenimiz!”
Olay nerede nasıl yaşanmıştır, yaşanmış mıdır orası beni fazlaca ilgilendirmiyor.
Şimdilik kaydıyla aşağıdaki örnek anonim kıssaları bir kere daha hatırlayalım yeter: “Millet Mektepleri Başöğretmenliği unvanını 24 Kasım 1928’e kabul eden Atatürk, bir köy okuluna girince öğretmen, kürsüsünü terk eder.
Atatürk bunun üzerine, ‘Hayır, yerinizde oturunuz ve dersinize devam ediniz.
Eğer izin verirseniz, biz de sizden faydalanmak isteriz. Sınıfa girdiği zaman Cumhurbaşkanı bile öğretmenden sonra gelir’ der. …
Yaptığı fetih ile bir çağı kapatıp yeni bir çağ açan Fatih Sultan Mehmet, İstanbul fethi sonrası yanında onu yetiştirene Akşemseddin ile birlikte şehre girince yol boyunca dizilmiş şehir halkı ellerindeki çiçek demetlerini padişaha sunmak için yaklaşır.
Beyaz sakalı ve duruşuyla Akşemseddin’i padişah sanan halk, çiçekleri ona sunmaya çalışırken atını geri çeken Akşemsettin, göz ucuyla Fatih Sultan Mehmet’i gösterir.
Fatih Sultan Mehmet, bunun üzerine, çiçeklerle kendisine doğru yürüyenlere ‘Gidiniz, çiçekleri gene ona veriniz.
Sultan Mehmet benim ama o benim hocamdır.’ der. …
“Yavuz Sultan Selim Mısır Seferinden dönerken yanında hocası Anadolu Kazaskeri İbn-i Kemal de bulunmaktadır.
Ordu ilerlemektedir. Bir ara çamurlu bir alandan geçilirken İbn-i Kemal’in atının ayağı sürçer ve yerden sıçrayan çamurlar padişahın kaftanını kirletir.
Büyük âlim İbn-i Kemal, başını önüne eğer ve endişeli gözlerle beklerken padişah, ‘Hocam üzülmeyiniz.
Sizin gibi bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur bizim için bir ziynettir’ diyerek kaftanını çıkarır ve ‘Vasiyetimdir, öldüğüm zaman bu kaftan, sandukamın üzerine serilsin’ der. Yavuz’un vasiyeti yerine getirilir.” …
“Şehzadeliği döneminde siyasi, idari ve ilimi konularda Melikşah’a eğitim veren Nizamü’l-Mülk, Selçuklu Devleti’nin geleceği için kurduğu eğitim ordusuna her yıl 600 bin dinar harcama hakkı bulunmasından bazı kişilerin rahatsız olduğu duyuluyor/biliniyor. Nizamü’l-Mülk’ü çekemeyen kişilerin Melikşah’a ‘Bu parayla büyük bir ordu kurulabileceği’ yönündeki kışkırtmalarda bulunmasına karşılık Melikşah, ‘Hocamın yaptığı hizmet bin ordudan daha hayırlıdır’ diyor.”