Yunus Emre’nin ‘Çeşmelerden bardağın / Doldurmadan kor isen / Kırk yıl orada dursa / Kendi dolası değil’ dörtlüğünü ilk duyduğumda şimşekler çaktı zihnimde. Rahmetli anamdan sık sık duyduğum ‘Gayret kuşağını kuşanmak’ deyimi geldi aklıma hemen. ‘Herhangi bir işi yapmak için ortaya konan güç, sürekli çalışma, gayret, ceht, efor, çabalama…’ kavramları da art arda sıralandı zihnimde.
‘Beyhude çabalamak, çaba göstermek, çaba harcamak, çabayı desteklemek, çabayı övmek, çalışıp çabalamak’ dışında zihnimde daha neler var diye zorladım kendimi.
‘Kuru gayret, çarık eskitir.’ ve ‘Erinenin oğlu kızı olmamış.’ atasözlerimiz ark arakaya geldi aklıma. Biri ‘çabala’ derken diğeri, ‘boşa çabalama’ diyor ve birbirini tamamlıyordu sanki.
Rahat yaşamak ve başarılı olmak için epey bir çaba göstermek gerekiyordu.
Bilgi varsa, ilgi varsa yanında çaba kendiliğinden vardı. Bütün disiplinli çalışmalar, başarıyla sonuçlanıyordu.
Ne kadar çaba gösterirsek gösterelim kontrol edemeyeceğimiz ve değiştiremeyeceğimiz durumlar da vardı elbette. Ne kadar çabalarsak çabalayalım iş olacağına(!) varıyor ama çaba ve gayret gösterilmeyen hiçbir şey de hiç bir işe yaramıyordu.
Hiç kimsenin çabası boşa çıkmaz inşallah.
Karıncanın çabasına hayran olmuşumdur oldum olası. Kendinden kat kat büyük bir buğday tanesini yuvasına ulaştırmak için çabalar; defalarca dener; yorulur, dinlenir; gene dener.
Başarı isteyen bizler de aynı değil miyiz? Bir işi yapmak ve başarılı olmak için gayret eder, çaba gösteririz. Bilgi ve becerimizi artırmak, okuyup öğrenmek için yıllarca çalışıp çabalar dirsek çürütürüz. Zorlu geçim şartlarında geçim için çabalar, maişet derdine düşeriz.
Bu süreçte boşuna uğraştığımız, boşa çabalayıp akıntıya kürek çektiğimiz de olmuştur. ‘Dipsiz kile, boş ambar’ misaliyle bütün çabalamalarımız boşa da geçmiş olabilir. Sonradan kendimize pek yediremesek de boşuna çabalayıp suya pala çaldığımız; boşa çabalarken rast gele davranıp karanlığa kurşun sıktığımız da olmuştur hani. Hatta geç fark etsek de çabamız boşa çıkmış, çalışmamızdan sonra elimize bir şey geçmemiştir.
Biz böyle çabalar dururken şartları bizden farklı sayılamayabilecekler içinde bulundukları güç durumdan kendi çabalarıyla kurtulmaya çalışabilecek, başının çaresine bakacak/bakabilecek/bakmak isteyecek belki de can pazarında çabalayıp kalacaktır.
Çabalama kaptan ben gidemem (Bu işi yapacak gücüm, kabiliyetim yok, boşuna zorlama.); salla başını al maaşını (Çalışıp çabalamayıp emek vermeden para alan insanlar); tıngır elek tıngır saç, elim hamur karnım aç (Çoktandır çalışıyor, çabalıyorum fakat bir türlü başarılı olamıyorum. Gören de kazanıyorum, işlerim yolunda zanneder.) durumuna düşenlere de rastlayabileceğiz.
Her şey olabilecek ama akıllı görünme çabası, olduğumuzdan farklı görünme gayreti içinde olmayacağız kesinlikle. Bizi büyümeye, gelişmeye, olgunlaşmaya yönelten içimizdeki kuvvetli çabaya kulak vereceğiz hep. İnsan olma yolundaki çabalara destek olacağız biteviye. İşte, zor olan, çaba isteyen, gurur veren de budur; bu olmalıdır bence.
Yardım ve desteklerimiz aşağıdaki anonim kıssadakine dönmeyecek, çabaları engellemeyecek hiçbir zaman inşallah.
“Kırlarda gezintiye çıkan bir adam, oturduğu otlardan birinin dalında küçük bir kozanın varlığını fark etti. Koza ha açıldı ha açılacaktı. Adam, bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. ‘Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez.’ diye düşündü ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi. Dakikalar dakikaları kovaladı, saatler geçmeye başladı ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Bir an kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü. Kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona.
Bu yüzden kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi. Cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı. Böylece bir iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük, kanatları buruş buruştu. Adam kelebeği izlemeye devam etti. Çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu. Bunlardan hiçbiri olmadı.
Kelebek, hayatının geri kalanını kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de asla uçamadı. Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen bilmediği bir şey vardı. O da tırtılın bir kelebek haline gelebilmesi ve kanatlarının güçlenmesi için çaba sarf etmesi gerektiğiydi.”